Kayıtlar

Şubat, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Farkında Değiliz...

Farkında Değiliz... Kendi cenaze namazımızı kılıyoruz Güneş doğarken doğuyor, batarken ölüyoruz Yapraklar yeşerirken doğuyor Sararıp bir bir düşerken ölüyoruz farkında değiliz. Dökülen saçlarımız değil aslında, Kimi zaman günler, saatler ve dakikalar farkında değiliz. Kimi zaman avuç avuç akan saçlar; giden saniyeler Dökülen saçlar değil aslında lakin farkında değiliz. Okuyoruz satır satır, sütun sütun kitapları, Okuduklarımız öğrendiklerimiz değil aslında farkında değiliz. Geçen saniyeler üzerine yüklenen ağırlık her biri, Takvimden düşenler kâğıt değil lakin farkında değiliz. Tarlada savrulan altın sarısı saman değil aslında,  Savurduğumuz altın değerinde zamanlarımız farkında değiliz. Azrail’le burun buruna geldiğimizde anlıyoruz her birini, Ölüm kapıyı çalmadan Azrail gelmeden hiçbir şeyin farkında değiliz. İhsan KOÇ

Kaderde...

Ne yapalım ağlamak da varmış kaderde, Yıldızlara bakıp ayın parlaklığında ah çekmek de. Özlemek de varmış anayı, babayı, sılayı, yâri. Uzaklara düşmek de varmış kardeşten kaderde. Bir ah çekip susmak varmış doğru bilsen de, Görsen de gördüğüne göz yummak varmış kaderde. Şahit olmak varmış şahit olmayan kalleşlere, Dost saymak varmış eski posttan olanı kaderde. Yudumlamak varmış kan kırmızısı çayı zehir zemberek Sormak varmış neden yaptın bize bunu be pezevenk Kendini bulmak varmış insanlardan uzakta gezerek, Uzak kalmak da varmış dosttan, yardan kaderde. Yazmak da varmış her gece başka bir nameyle derdini, Yıkmak varmış çiğnenmeyen, kaderde bendini. Yenmek de varmış, yenilmek de kaderde. Boğulup gitmek varmış arkası kesilmeyen kederde.

Sevgili...

Resim
Sevgili... Güneşin güzelliği kadar güzelsin sevgili, Güneşin yakıcılığı kadar yakıcı. Ayın on dördü kadar parlaksın sevgili, Tam tutulması kadar zifiri karanlık. Toprak kadar mümbitsin sevgili Toprak kadar soğuk. Yağmur kadar yeşertensin sevgili Yağmur kadar yok edici. Kar kadar beyaz ve parlaksın sevgili Tipi kadar ürpertici. Gül kadar alımlı ve güzelsin sevgili, Diken kadar can yakıcı. Çiçek kadar baharın müjdecisisin sevgili, Çiçek kadar son baharın tellalı. Leylek kadar müjdelerle dolusun sevgili Kartal kadar tehlikeli. Aslan kadar kralsın sınırlarında sevgili Tavus kadar alımlı ve can alıcı. Doğum kadar mutluluk kaynağısın sevgili Ölüm kadar soğuk ama gerçekçi Bütün güzellikler sende sevgili, zıtlarıyla kaim. İhsan Koç

Sevgiliye...

Resim
 Sevgiliye... Nasıl olsun sevgili hani garsonun dediği gibi, Orta mı olsun yoksa biraz şekerli mi şiirin. Gözlerin gibi koyu mu olsun semaver çayı misali Ya da tavşankanı okudukça içini ısıtan Sevgili. Nasıl olsun sevgili bakıp  uzaklarda  aradığın, Ufuklardan çıkıp gelse diye yollara daldığın, Gündüzü bilmem ama geceleri birbirine kattığın, Gibi mi olsun sevgili özlem, hasret kokan şiirin Çiçek misali baharı mı getirsin gönlüne tek başına Çare mi olsun gönlüne düştüğümde sel olan  gözyaşına Ya da bülbül gül misali şarkılar mı söylesin aşkına Nasıl olsun sevgili dökülsün mü zülfünden kalem kaşına Sevgili gel bizim şiirimiz biz olsun bizden olsun, İnat etme gel uzaklar yakın olsun, hasret son bulsun, Gönül yaşımız dursun bu ah-u vahlar nihayet bulsun Gel Ey Sevgili bir gün değil bütün günler senin olsun. İhsan KOÇ

Nazlı Bir Sevgilidir İstanbul

Resim
Nazlı Bir Sevgilidir İstanbul Yasak aşk yaşayamazsın İstanbul'da, Üsküdar'la el ele dolaşsan, Beşiktaş çatar kaşlarını hemen, Fatih'in kalem gibi minareleridir seyre değen. Nazlıdır işte bir sevgili misali İstanbul, Bazen trafikte saatlerce bekletir seni. Bazen Çamlıca'dan seyrettirir kendini, Boğazında yıkar bütün dert kirlerini. Nazlı bir sevgilidir İstanbul Akıl almaz kavgalarına şahitlik edersin. Kimi zaman laleyle erguvanın Kimi zaman martıyla dalgaların. Nazlı bir sevgilidir İstanbul Amansız özlemlere şahitlik edersin, Kimi zaman martıyla gemilerin Çoğu zaman gökyüzüyle minarelerin. Nazlı bir sevgilidir İstanbul İhanet edersen boğazında bırakır. Karşılıksız seversen bu şehri Yanağına konan buse gibi alır bütün kederini. İhsan KOÇ

Ağlayabilsek Gecenin Bir Vakti...

Resim
Ağlayabilsek Gecenin Bir Vakti...   Ağladıklarımız anladıklarımız olsa keşke Mesela ölümü anlayabilsek, Ya da yaşamanın ne demek olduğunu, Dünyalık için çabalarken aslında ahretin tarlasında olduğumuzu. Ve ağlayabilsek bütün bunlara gecenin bir vakti. Rüzgârın esişini anlayabilsek doğudan, batıdan, Çimlerin, ağaçların yeşillenişini baharla... Anlayabilsek göç eden leyleklerin sırrını, Kış geldiğinde uykuya gömülen toprağı, yılanı, ayıyı... Ve ağlayabilsek bütün bunlara gecenin bir vakti. Minarelerden arşı yırtarcasına yükselen sadayı anlayabilsek keşke, Hissedebilsek kurtuluş nidalarının semayı kaplayan mistik dalgalarını Kulaklarımızın beş vakit patlatırcasına zarlarını titreten o çağrıyı, Anlayabilsek doğar doğmaz kulağımıza fısıldanan kurtuluşun yolunu Ve ağlayabilsek bütün bunlara gecenin bir vakti.

ÖLÜM

Resim
Ölüm... Köy kahvesinde döner burada hayat, Ölmüştür birisi, başlamıştır hesap kitap. Ölmeden ölünüzdeki hesap değil bu, ne münasebet, Kimi der gencecikti, kimi dayanılmazdı hayat. Bir teslimiyet ki düşünün; uzanmış boylu boyunca yatan bir beden, bir gün önce istesen yatırabilir miydin, anlatabilir miydin, inandırabilir miydin ölüm var?  İnsanoğlu işte konmayınca tasa inanmaz pişmiş aşa. İnsanları ölüden tiksinir zannederdim lakin değilmiş aslında korkulan ve tiksinilen; ölü. İnsanın tiksindiği ölünün değil ölümün soğuk yüzüymüş aslında. Ne gariptir ki saatlerce aynanın karşısında bin bir zahmetle onardığın düzelttiğin saçın sakalın kendiliğinden, kaynar suya konmuş tavuk tüyü gibi ığıl ığıl akıverirmiş. Yüzün sararırmış, tenin nasıl da solarmış.  Aklına hiç gelmez olmuştu ölüm, minareden günde 5 vakit hatırlatan imama aldırmaz olmuştun. İmam hep başka anlatılıyor ya halka, ne bahtsızsın be kuzum. Abartayım biraz ama canlı iken hanımının böylesi bir banyo yaptırmay

Uzaklardaki Ben

Resim
Uzaklardaki Ben Bugün yine biraz uzaklardayım, Kendimden, benliğimden ve bedenimden. Biraz yukarıda hani, bulutlarda, Uzaklarda işte, kim bilir umutlarda. Kendini arayan bir yabancıyım işte, Yağan yağmurda ya da bembeyaz karda. Bazen kaçarcasına giden arabaların arkasından kalkan tozda, Bazen gıcırtısıyla içimi burkan tahta tabutun arkasında. Bir gidiş giden ve dönmeyen leyleklerin kanatlarında, Bir dalış ve bir daha çıkmayan balıkların kulaçlarında. Kör bir kurşuna hedef olan gencecik bedenlerin damlayan kanında, Karlı bir köy yolunda içerisinden çığlıkların duyulmadığı çuvalda. Karınları aç olduğundan iniltilerin yükseldiği bir mülteci kampında. Ya da rüyalarımda dahi giremediğim başkanlık saraylarında. Bazen karlar altında, bazen yağmur ve hiç doğmayan gün batımında, Uzaklardayım işte biraz fazla uzaklarda. İhsan KOÇ