ÖLÜM
Ölüm...
Köy kahvesinde döner burada hayat,
Ölmüştür birisi, başlamıştır hesap kitap.
Ölmeden ölünüzdeki hesap değil bu, ne münasebet,
Kimi der gencecikti, kimi dayanılmazdı hayat.
Bir teslimiyet ki düşünün; uzanmış boylu boyunca yatan bir beden,
bir gün önce istesen yatırabilir miydin, anlatabilir miydin, inandırabilir
miydin ölüm var? İnsanoğlu işte
konmayınca tasa inanmaz pişmiş aşa.
İnsanları ölüden tiksinir zannederdim lakin değilmiş aslında
korkulan ve tiksinilen; ölü. İnsanın tiksindiği ölünün değil ölümün soğuk
yüzüymüş aslında. Ne gariptir ki saatlerce aynanın karşısında bin bir zahmetle
onardığın düzelttiğin saçın sakalın kendiliğinden, kaynar suya konmuş tavuk tüyü
gibi ığıl ığıl akıverirmiş. Yüzün sararırmış, tenin nasıl da solarmış.
Aklına
hiç gelmez olmuştu ölüm, minareden günde 5 vakit hatırlatan imama aldırmaz
olmuştun.
İmam hep başka anlatılıyor ya halka, ne bahtsızsın be kuzum.
Abartayım biraz ama canlı iken hanımının böylesi bir banyo yaptırmayacağı, “yıkansın
pis köpek” deyip geçeceği, ölüsüne el sürmekten imtina edeceği bu teslim olmuş
adamı ne kadar da nazik, incitmeden, üzülür diye korkarcasına aklayıp paklıyor.
Soğuk işte ölümün yüzü. Elinizi dokunduğunuz tenin artık kemikle
bir bağı kalmamış, tutkalı olan ruh uçmağa varmış. Dedim ya boylu boyunca uzanmış
ne kan kalmış ne can.
Ölüm elinizi tuttu mu hiç bilmiyorum. Aslında farkında
değilsiniz ölümle el ele geziyoruz tıpkı parkta oynamaya çıkan çocuğun elinden
babasının tuttuğu gibi. Bize şefkatle bakıyor ölüm, bir günah işlediğimiz de
düşen bir çocuğa yüreği yanan babanın üzüldüğü gibi üzülüyor. Allah’tan ayrı
geçen her dakikamız için ölüm bir annenin evladının arkasından gözyaşı dökmesi
gibi gözyaşı döküyor aslında. Bize sesleniyor aslında dilinden anlamadığımız bir
kuzunun annesinin arkasından seslendiği gibi. Ölümün dilinden anlamıyoruz.
Çünkü onun dilini öğrenmiyoruz.
Ölümün dili olur mu sahi?
Yorumlar