Hislerin Zirveye Ulaştığı İbadet; Umre
İnsanın
hayatında ilkler hep kalıcı izler bırakır. Benimde hayatıma etki eden kalıcı
izler bırakan hatta hayatımın dönüm noktaları, köşe taşları diyebileceğim
ilklerim oldu. İlk şehirlerarası yolculuğum, ilk uçak yolculuğum, yurtdışı
seyahatim, ilk umrem gibi.
İlk
Umre yolculuğum belki de bunlar arasında en anlamlı ve beni en çok
etkileyenidir. Hazırlığı, vedalaşması, yola çıkışı hatta niyetiyle bile. Yıllar
öncesinden niyetini ettiğimiz –ki bu süre üç yıl- bu kutsal yolculuğa inancımız
gereği maddi durumu uygun olan değil de davet edilenlerin ancak çıkabileceği
düşüncesi ile yıllar birbirini kovaladı. Nihayetinde bize davet bu yıl çıktı.
Önden gidenlerden gönderdiğimiz selamlar ve dua isteklerinin bir hediyesi
olmalı ki davet gerçekleşti ve icabet de.
Günlerin
yaklaşmasıyla zirveye çıkan heyecan, gideceğimiz günün ve saatin
kesinleşmesiyle köpüren volkana dönüyor. Garip bir yolculuktur başlıyor kutsal
beldelere. Evden çıkış, taksi, otobüs derken havalimanına ulaşıyoruz. Biraz
mahzunluk var üzerimizde, uğurlayanımız da kendimiz karşılayanımız da. İnsan
ister istemez düşünüyor sevdiklerinin el sallamaları arasında gidebilseydik
aprona diye, neyse ki uğurlayanımız da, karşılayanımız da Rabbimiz olduğu
inancıyla hüznümüzü bastırıyoruz. Uçağın kalkışı ve Cidde Havaalanı’na iniş; ne
büyük bir nimet ki ecdadın aylarca yolculuk yaparak ulaştığı bu beldelere 3
saat kadar kısa bir zamanda ulaşıyoruz. Neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar.
Yine
karşılayanımız rabbimizdir diyoruz ve yola koyuluyoruz. Tıpkı suyun kaynama
derecesine yaklaştıkça kabarcıklar çıkarması gibi bir duygu içindeyiz. Servise
binip yola koyulduğumuzda dünyanın merkezine doğru yol alan bir ekip gibi karma
karışık duygular içindeyiz, az sonra ya para atılınca üzerine, zıplayan asker çarşafı
gibi olacağız ya da fırtınalı bir akşamda metrelerce yükselip insanı dehşete
düşüren dalgalı deniz…
Otel,
oda derken büyük bir heyecanla zamanın devesine biniyoruz ve deh diyoruz hareme
doğru. Ne garip bir duygu Hz İbrahim, eşi ve Hz. İsmail bu şehirde mi şeytanın
gözünü kör etmişlerdi. Ebu Cehil bu şehrin sokaklarında mı dolaşmıştı, Ebu
Leheb’e şura da mı cehennemlik olduğu hatta eşinin sırtında onun ateşine odun
taşıyacağı müjdelenmişti. Bilal bu sokaklarda mı dolaştırılmıştı ayağında ip
olduğu halde atın arkasından sürüklenerek ve “ahad” diyerek. Yasir ailesi
nerede şehid düşmüştü, bu şehirde bu kızgın kumlarda mı?
Garip
duygularla yaklaşıyoruz Kabe’ye. Patlamaya hazır bir volkan gibi ve Kabe rabbim
bu tarifi mümkün olmayan duyguyu yaşattığın için hamdolsun sana, binlerce,
milyonlarca ve sonsuz şükür. Rükn-i Yemani köşesinden nazlı bir bakış. Nazlı
bir gelin edasıyla, şeb-i arus huzuru, heyecanı ve mutluluğu ile niyetler
ediliyor, sonra okyanus ortasında su hortumuna kaptırıyoruz kendimizi sanki. Her
dönüş onda yok olmaya bir adım yaklaşış ve dünyanın merkezindeyiz. Kabe’de ilk
gün, huzurda olmanın ilk şaşkınlığı, davetin ve icabetin ilk sarhoşluğu. Dün
hayal ederken bugün “Allahım davet ettin icabet ettim kabul et” diye niyazla
huzurda ilk duruş.
Günler
birbirini kovalıyor; kâh Cebeli Nur’a çıkıyoruz ilk vahye şahit olmaya, kâh
mîrac yolculuğuna başlıyoruz. Hz. Fatıma annemizin Rasulullah(s.a.v)’in
üzerindeki deve pisliklerini gözyaşları içinde temizleyişini düşünüyoruz,
yollarına dikenler dökülüşünü ve hüzünleniyoruz. Kâh Rasulullah ile tavaf
yapıyoruz aslanlar gibi düşmanlarımıza yorulmadık, ölmedik, düşmedik buradayız
dercesine. Pehlivanlar gibi. Kâh Hz. Hamza’nın müşriklere meydan okuyuşuna
şahit oluyoruz. “ Hanımı dul bırakmak isteyen, çocuklarını yetim bırakmak
isteyen çıksın meydana” deyişi yankılanıyor sanki Kabe’nin duvarlarında Mekke
sokaklarında.
Hudeybiye’ye
diye yola çıkıyoruz ama nasipte Huneyn Savaşı’na şahitlik etmek varmış.
Kibirlerinden dağları utandıran müşriklerin arkalarına dahi bakmadan
kaçışlarını seyrediyoruz sanki Cürane’de ve Sultanın sütkardeşi Şeyma’nın
müşriklerin bıraktığı ganimetler için onlar adına gelip aman dileyişine ve onu
elindeki yarıktan tanımasına şahit oluyoruz.
Hudeybiye’deyiz
bir an duraksıyoruz Suheyl’in Allah’ın Rasulu Muhammed cümlesini sildirmek
istemesi karşısında ve Hz. Ali soğuk rüzgarlar estiriyor Mekke’nin kızdıran çöl
sıcağında. “Silmem diyor. Silmem anam babam sana feda olsun ya Rasülallah ama
silmem diyor”. Mübarek el kendi siliyor “neresi göster de ben silivereyim
dedikten sonra”.
Devamı
edecek inşallah…
Yorumlar