Kısa Hikayeler 1
Yalnızlığa Giden Yol
Yeşille
mavinin dans ettiği küçük bir kasabanın cömert güzellikli harika doğasında
meraklı bir çocuk olarak dünyaya gelmiş, yokluğun ve yoksulluğun adını kendi
koymamış lakin onlar da yakasını hiç bırakmamıştı İrem’in.
Gözler
biraz gökten çalınmış, biraz yerin yeşilliklerinden yeşille mavi arası buğday
rengi tenine eşsiz ressamın usta fırçalarıyla yerleştirilmiş uzaktan fark
edilmeyen, yakından göreni etkileyen bedeni cılız, yüreği kocaman ve şartların
büyütüp de küçülttüğü fıkır fıkır bir çocuk...
Yollar
yıllara bedel bir ayrılış ayrılıyor ömürden bir bir seneler. Her farklı bir
mecranın maceranın içine dalıp çıkarken ilkokul bitiyor ve hayatın zorlu
merdivenlerinin daha ilk basamaklarında zorluklarla yüzleşmeye başlıyordu.
İlkokul bitiyor diye sevinecekken getirilen zorunlu ortaokul hayallerine 3
yıllık bir rötarı da beraberinde getiriyor. Koskoca üç yıl daha küçük kasabanın
tozlu yollarını adımlayacaktı.
Seneler
çok hızlı geçiyor büyüyordu İrem yaşlı amcaların bastonlarının tıkırtılarıyla
bu küçük, sonradan olma kasabadaki kuşların penceresi önünde başlayan sabah
konseri cıvıltısıyla. Küçük yaşlarda daha henüz beşindeyken okumaya başladığı
Kuran-ı Kerimi ve vakit namazlarının değişmez müdavimiydi. Sabah namazlarına
kasabanın ihtiyarlarının baston tıkırtılarıyla uyanır, camiye hemen evin biraz
ilerisinde koca bir çoban köpeğinin yiyecekmiş gibi havlayış ve bakışları
arasında dedelerin koltukları altında süzülüp giderdi. Namaz bittiğinde küçük
kasabanın tozlu yolları kuşların sabahın ilk ışıklarıyla başlayan konserleri
altında aynı olaya tekrardan şahitlik ederdi.
Ortaokul
ilkokuldan kalma kalp kıpırdanışlarının ve ilk bakışların tiyatrolarının
oynandığı bir sahneydi sanki. Cılız bir o kadarda tiz sesiyle şarkı söylemeyi
beceremeyen ama yanık sesiyle okuduğu Kur’an-ı Kerimle gönüllere seslenen İrem
kendine çekiliyor, uzaklaşıyordu kalabalık çevrelerden. İleride hep olacağı
gibi bir elin parmakları kadar dostları ve günün şartlarında onu anlamayan ama
hep olacağı gibi ilerde çok iyi anlayacak olan onlarca arkadaşına rağmen
uzaklaşıyordu, yalnızlaşıyordu.
Doğanın muhteşem değişmesine kışı, yazı, son
ve ilkbaharıyla her tonuna şahitlik ettiği bu küçük kasabadan ilk kopuşların
hayalleri de başlıyordu gün geçtikçe İrem için. Bir sevda düşüyordu içine
babasının her sabah ve akşam fısıltılarıyla uyuduğu o muhteşem Kuran-ı Kerim
hürmetine. Hafız olacaktı, o da bülbül olacaktı, bülbül hafız amcasının
deyişiyle.
Aşk
savurur ya yaprağı dalından koparıp dağdan dağa, havadan toprağa, İrem’i de
içine düştüğü aşk savurmaya daha ömrünün ilk yıllarında başlamıştı bile. Onca
yokluğun, yoksulluğun içinde şimdi de körpe, gömleğinin düğmesini bile
iliklemekten bi haber uçuyordu yuvasından, annesinin kucağından.
Haberi
yoktu kaderinden, nereden bilebilirdi ki bir aşktan başka bir aşka yelken
açacağını. Rabbani aşkla çıkmıştı yola beşeri aşk sanki kokusuyla ve korkusuyla
kapısını çalmaya başlamıştı, garip fısıltılar duymaya başlamıştı.
Kısa
bir ayrılıştan sonra yine ayrıldığı yere geri dönmüş koca ilden küçük kasabaya.
Okulunun geri kalan kısmını tamamlamanın gayretine düşmüştü. Bir heyecan ve bir
başka çırpınış sarmıştı yüreğini. Geçen yedi seneden daha hızlı geçmesini akıp
gitmesini istiyordu sekizinci senenin, bilmiyordu kelebek misali ateşe doğru
hızla uçtuğunu. Bir heves ve heyecan içinde bitip giden seneler ama bitmek
bilmeyen dile kolay bir sene.
Gönül
olarak uzaklaştığı çevresinden şimdi beden olarak da uzaklaşıyordu, her şeyden
olduğu gibi memleketinden de onu sevenlerle birlikte sevdiklerinden de. Artık koca
bir sekiz yıl bitmiş geleceğe küçük, hayallere kavuşmak için atılan büyük
adımlar başlamıştı.
Yıllar
ne de çabuk geçmişti, ilkokul yıllarının hayalperesti bir hayalini elde etmiş,
farklı düşünmenin ilk meyvesini yemeye başlamıştı bile... Şimdi İrem hafız
olmuş başına rabbani bir kuş konmuştu. Yine okulun yolunu tutmuştu yıllar
sonra. Biraz daha farklı, eski yıllardan uzak, ilkokul sıralarının sıkan
bilmecelerinden uzak ama yine yalnız.
İsmi de yine bu yıllarda konmuştu İrem’in.
Lisenin ilk yıllarında defter aralarında, kitap yapraklarında hatta telefon
rehberinde İrem’di artık adı. Bir gönle adı yazılmıştı kendi adıyla lakin İrem
diye kayıtlara geçmişti. Biraz garip gelse de ilk başlarda zamanla alışmıştı.
Nasıl alışmasın ki cenneti olmuştu bir gönlün ve huzur bulmuştu kendisinde,
cenneti olmuştu gönlünün. Sır olmuştu ismi akıllara, bir nokta bırakmak
istiyordu asırlara.
Gölden
deryaya, deryadan ummana yolculuk başlamıştı hayatın dayanılması güç
fırtınaları arasında. Zorlu havaların usta kaptanı değildi ama bata çıka da
olsa bu gemiyi selametle limana yaklaştırma niyetindeydi.
Yorumlar