Bir kişi

Dünya kurulalı böyle mi geldi bilmiyorum ama şu bır gerçek ki tek başıma ne yapabilirim mantığı zihinlerde her daim tazeliğini koruyor. Hangı kuruma gitseniz kiminle sohbet etsenız ve kıme bir idealinizi anlatmaya kalkışsanız peşin “ bu işler tek kişi ile olacak işler değil kardeşim git işine” derler.  Hüküm bellidir. Anlatmakta zorlandığımız ve bir turlu kabul ettiremediğimiz bir noktayı da hatırlatmaktan yine geri durmayalım biz.
Hangi iş hurra binlerce insanın girişimi ile bir anda oluvermiş veya hangi işe önce tek adımla başlayıp sonra koşarak ilerlenmemiş ya da hangi cümle tek harfsiz başlamış. Bilmem fakında mısınız, bir yazı yazarken kelimenin bütün harflerini birkaç kalemi elinize alıp yazmaya kalkışmazsınız. Önce kafanızda kurguladığınız kelimenin baş harfini yazar sonra harfleri tek tek sıralayarak kelimeyi, sonra cümleyi kurarsınız.
Hayatta böyledir çoğu zaman işler tek kişi ile başlar sonra çoğala çoğala yani damlaya damlaya bir de bakmışsınız önünde set tutturulamayan baraj oluvermiş. Şöyle gündelik hayattan biraz örnekler verecek olursak, Bir cemaat düşünün once imamla başlar tek kişi sonra arkasına gelen onlarca kişi ile bır butun yanı cemaati oluşturur. Arap baharına bakalım kıtleler bir anda kalkıp hurra diyerek mi oldu bu devrimler? Tunus’ta bir gençle başladı her şey, Mısır’da bir genç örgütledi Kıptileri, peki ya Libya’ya ne diyeceğiz Facebook ile tek kişinin yaktığı meşale arkasından milyonları sürükledi.
Biraz daha uzaklaşalım mı tarihin derinliklerine doğru? Yakın tarihe bakalım. Çanakkale’de Seyyid Onbaşı tek başına o mermiyi sırtlayıp topa sürmeseydi ve ateş alan top isyanı kalbinden vurmasaydı neler olurdu? Gelin bu tarih sancağını biraz daha geri dikelim İstanbul’un fethine varalım Ulubatlı’ya soralım tek olmak nedir diye. Bir ordunun yapamayacağı ama yaptırabileceği vardır derdi bize. Peki biraz daha eskilere ne dersiniz gidelim mi Peygamber dönemine? Peygamber Efendimiz (S.A.V) tek başına bir derya İslam güneşi onunla zuhur etmedi mi? Kim vardı Hira Dağı’nda? Değil miydi Hz. Cebrail ile baş başa? Yine değil miydi tek başına koca müşrik Mekke’ye kafa tutan? Gelin Hz. Osman’ı hatırlayın tek başına cömertlik abidesi, hatırlayın Hz. Ömer tek başına adalet abidesi, hatırlayın Hz. Alı tek başına ilmin kapısı, hatırlayın Hz. Hamza tek başına Allah’ın aslanı. Daha niceleri Asr-ı Saadet sevgilileri.
Biraz daha gidelim isterseniz Peygamberin dedesi Abdulmuttalib’ın ziyaretçisi olalım, ona soralım Ebrehe geldiğinde Kâbe’yi yıkmak için fil ordusuyla, tek başına gidişini ve ona soralım Ebrehe’nin kibir dolu Kâbe’yi yıkma diye yalvarmaya mı geldin sorusuna akıl dolu cevap verişini. “Onun sahibi Allah, dolayısıyla koruyacak olanda yine odur. Ben develerin sahibiyim dolayısıyla onların koruyucusu benim ve ben develerimi isterim”. Yeter mi bu kadar? Dilerseniz gelin bir de Hz. İbrahim’in Halil İbrahim Sofrasına misafir olarım. Soralım mı İbrahim babamıza tek başına Nemrut denen azgın düşmana karşı koyuşunu ve yine soralım mı akıl dolu butları kışını.
Tek başına olmak, kıymetli dostlar mikroskopla incelediğinizde kıvılcımların çokluğudur oluşturan ateşi. Ve deryalara baktığınızda damlaların çokluğudur oluşturan denizi. Şimdi ne yapmak lazım kütle ve kitleleri mi beklemek lazım. Onlarcasıyla hurra diye kalkıp küt diye oturacağımız gelmeyecek ve asla gerçekleşmeyecek bir günü mü beklemek lazım?
 Yoksa bir kıvılcımla yangınların, bir damla ile deryaların, bir tohumla ormanların, bir askerle orduların, bir ilmekle halıların ve bir tekbirle cihadların MEMBA-I mı…?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karınca Bedduası

Kıymetli Dostlarım

İtiraf