Kayıtlar

Ekim, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Nefsin Kanını Akıtabilmek Kurbanla Birlikte

Resim
Hakikati ayetle sabit olmuş dini bir vecibedir kurban. İslam öncesi ve İslamla aynı asırlarda var olan medeniyetlerde farklı amaçlarla da olsa kurban geleneği görülür. Kimisinde insan, kimisinde de semiz, tanrıların hoşuna gidecek bir hayvanın adanması şeklindedir. Kurbanın tarihçesine bakıldığında ta ki Âdem (a.s)’a kadar gittiğini görmemiz mümkündür. Dini vecibe olarak kurban ibadeti şüphesiz insanlığa ve insan tabiatına sayısız faydayı da beraberinde taşımaktadır. Ecdadın kurban ritüellerine bir göz gezdirecek, hatta biraz çocukluğumuza inecek olursak özellikle köylerde ikamet eden Müslümanlarda bir hakikat vardır ki kurban kesilecek alana bütün aile fertleri gelir, çocuk çoluk herkes kurbanın kurban edilişine şahitlik ederler. İnsan tabiatında gizli olan şiddet ve vahşilik kurbanla birlikte sükûnete erdirilir. Günümüz modern çağında çocukları adeta kurban kesim alanlarına yaklaştırmayan aileler gerçeği söylemek gerekirse çocuklarını kendi elleri ile tehlikeye atıyorlar, sade

Zamane Gençlik ve Aşk

Resim
Zamane gençliğin şüphe yok ki zamane aşkları var. Günümüz eğitim ve ahlak anlayışının bunda etkisi çok büyük. Seküler dünyanın kapitalist çarkları arasında adeta bir buğday tanesi gibi öğünüp giden insanlık neleri kaybettiğinin hiç farkına varmıyor hatta vardırılmıyor. Aile yapısının giderek Avrupa hayranlığı ile dejenere olduğu, eskiden beri yerleşik bir inanç haline gelen erkek yapınca yiğit, kız yapınca ailenin ve toplumun yüz karası olduğu anlayışı, toplum ve ailenin temellerine yerleştirilmiş bir dinamittir. Patlayacağından şüphe yok ama zamanı meçhul… Muhabbet esnasında konu aşktan açıldı. Arkadaşın biri sen aşık olmazsın deyip geçiverdi. Farklı dünyaların insanları olmak kadar zor bir şey yok iki kişi oturup konuşurken. Biri diğerinin dünyasına hitap edebilmek için deveyi hendekten atlatmak zorunda kalıyor maalesef. Aşktan ne anlıyoruz. Cinsellik mi, rıza-i ilahiye kavuşmuş Allah dostları mı, yoksa rıza-i ilahinin kendisi mi? Mevlanaca bir aşk mı, Yunus Emre gibi bir aşk

Erkeklerin Kavgasında Kadın Olmak

  Kime sorsanız farklı bir anlam yükler “kadın olmak nedir” sorusuna. Kadının gözünden erkeğe göre kaf dağının arkasında anka kuşu, hizmetçiye göre kralın başındaki tac, kadına göre kadın olmak her hangi biri olmaktan farksız sıradan bir canlı. Ama bazı kadınlar var ki tıpkı bazı erkekler gibi bulunmaz Hint kumaşı zanneder kendini. Kadın olmak ta erkek olmak ta zordur bu dünya da... Allah(c.c) herkesin anlayabileceği dilden ne kadar güzel açıklamış kadın ve erkeği, ikisine birden siz kulsunuz diyerek aşılmaması gereken hududu çizmiş. Kul olarak birbirlerinden hiçbir farkı olmayan, ancak takvada birbirlerine üstünlük sağlama fırsatları olan iki hadis varlık. Günümüz kapitalist ve din gerçeğinin artık hayatın dışında bir yerde mesken tutturulduğu dünyasında yarış kulvarına sokulmuş iki canlı. Üstünlük, güzellik, zenginlik, akıllılık, dayanıklılık gibi daha bir sürü sayabileceğimiz yönlerden adeta test sürüşüne çıkarılmış yeni model araba gibi hem erkek hem kadın yeni dünyanın reklam

EDEP MEDENİYETİ

Sarsılmaz bir medeniyetin ilk yapı taşı herkesin malumu olduğu üzere edep, hayâ duygusudur. Şüphe yok ki medeniyetler beraberlerinde, oluşum süreçlerinin paralelinde imar ve iskânın yanında birde edep medeniyeti kurmuşlardır. İslam coğrafyasının bendini aşan sel gibi Arap Yarımadası’ndan çıkıp çok kısa zamanda onlarca milletle ve kültürle karşılaşmasına, bu kültürlerin içerisinde kendini kaybetmeden, asimile olmadan bir demir potası gibi kendi içinde o kültürler eritmesi aynı zamanda edep medeniyeti kurmasıyla alakalıdır. Ecdat, Osmanlı bu edep ve hayâ medeniyetinin adeta çoban yıldızıdır. Dünyanın daha yaşanabilir olmasının çekirdeğinde fertlerin edep ve hayâ duygusunda din, dil, ırk ve cinsiyet gözetmeksizin yarış içerisinde olmaları vardır. Yani insanın süsü eğer her şeyden önce edebi olursa dünyalık ziynetler onu daha güzel ve özel gösterirken, ahirette de manevi süsü olan edep onu diğer insanlardan farklı kılar. Bu bağlamda Mevlana’nın mürşidi olan Şems-i Tebrizi şöyle buyur

İnsan ve Onun Mücadelesi

Ne demek isterki insan, kim bilir neleri haykırmak ve içinden gelen neleri söylemek... Bazen edebi müsaade etmez bazen söyleyeceği sözün devamına ilmi yetmez. Peki, susmak mı gerekir ya da fiili duayi terkedip agzina bir sakız gibi üç beş kelime kavli duayı dolamak mı? Çıkısı ne, kimsenin henüz karar veremediği bir kısır bilgi bombardımanın gazileri hatta şehit adaylarıyız. İlkokuldan başlanan, hassasiyetlerimizi yıkma savaşının lisede ruh üflenip, lisans ve lisansüstü eğitimde ete kemiğe bürüme çalışmasının birer kobayı durumundayız. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu haykıran vicdanlarımıza karşı bile adaletsiz ama garip olan ayni zamanda adalet çığırtkanlığı yapan aciz adalet savaşçılarıyız. İnsan kendine yalan söyler mi, seni yaratan Rabbin seni sana hem kelamı hem de gönderdiği peygamberi ile adeta nakıs nakıs dokunmuş bir kumaş gibi anlatıyorken hala macera peşinde koşma çabası ne diye. Fıtratla olan bu savaşımız daha ne kadar, nereye kadar sürecek. Âlemden ibret almayacak mıy