Huzur Evi


İsmiyle müsemma olsun isterdik, her giren huzur bulsun yapmacık olmasın, gözü arkada kalmasın. Belki de bu ismi koyanlar bunu düşünerek söylemiş olmalılar.
Kimi huzurlu edebilir ki bir yabancının yabancı sevgisi? Yüzlerdeki izler, öne eğilen başlar ve bir şey yokken çatılan, çatık duran kaşlar; aslında her şeyi anlatıyor. Soğuk duvarlar ayna mı olmuş, biraz soğuk duruyor insanlar. Ya da evlatları depreşiyor göz sinemalarında  da gördükleri günlerden sebep biraz buruk, biraz dertli bakışlar.
Ruh hali nasıl anlatılır bilmiyorum ama görevlileri düşünmeden edemiyorum. Korku diyarı. Hani karikatürler vardır tavuklar fırının önüne dizilmiş içerde kızaran tavuğu seyrederler yukarda da yazar: Korku Filmi. Gerçekten de öyle sanki. Her hali görüyorsunuz, yıllarca kahrını çektiği, yemeyip yedirdiği, saçını yollarına süpürge ettiği o görsün diye gözünden, o duysun diye kulağından, o yaşasın diye kendi organlarından feragat ettiği evladının bırakıp giderken arkalarından bakan mahzun, melül ve garip hali... Sonra kendi halinizi düşünüyorsunuz bu psikolojiyi tanımlamak bile insanın bağrında yangınlar çıkarıyor. Vefasızlığın her rengine, her tonuna şahit olmak hayale sığmaz bir hakikat.
Biraz tefekkür edince bu hali kendimi mezarlıkta hissettim, burası sevgi, vefa ve merhamet mezarlığı. Yüzler gülüyor, dualar sağnak sağnak, yalnız gönüller hüzünlü, gönüller yasta. Birisi ile sohbete koyuluyorsun diyor ki; adam kahrından öldü.
Nasıl yani.
Başlıyor konuşmaya evladım burada şu kadar insan var ve bunlardan sadece 20-25 tanesinin hayatta kimsesi kalmamış, dikili fidanı olmayan insanlar.
Gerisi diyorum.
Gerisinin çoluğu, çocuğu, torunu torbası var.
Peki demeye kalmıyor anlatıyor muhabbete aç, içi dert hazinesi olmuş beyefendi mi beyefendi yüzü nurlu amcam.
Oğlu, kızı, torunu gelmeyince kahrından öldü diyor.
Bırakıp gidilmenin, adeta yaşarken mezara terk edilmenin adı olsa gerek huzur evi.
İçeride güllerin, çiçeklerin açışı bile farklı görebilene, hatta güvercinler bile farklı tedirgin burada. Özgür değiller beklide dillerinde beddualar var terk edip ecdadını gidenlere.
Esas insanı üzen ve düşündüren de yeni neslin kaderi.
Hangisi sevgisinden mahrum büyüdüğü ton ton ninesinin, dedesinin âhını yerde bırakmak ister ki. Kim ve nasıl unutabilir ki ziyaretten geri dönerken geriye dönüp bakan minicik yüreği hapseden sevgi, merhamet, şefkat dolu o gözleri. Yüreğine daha ayrılmadan kor gibi düşen ton ton nine özlemi...
Acı manzara daha nasıl resmedilir bilemem, tek tesellileri onları dede ve nine kabul edip gençlerdir ziyaret eden.
Amcanın bir de nasihati vardı:
Evlat sakın anne baban, ailene sırt dönme, her şeyin sahibi olabilirsin ama kaybettiğin ailenin bir daha asla...
En kötüsü de etme bulma dünyasının acı gerçeği...
Eden bulur...
Ne edersen kendine, edersin kendi kendine...
Bir İstirham: Yolunuz bir kere de olsa onları ziyaret için huzur evine düşsün, bir gülüşünüz onların da yüzünü güldürsün. Yüreklerinde yanan evlat ve torun ateşini bir nebze de olsa söndürsün.
Vesselam.

Yorumlar

Unknown dedi ki…
kalemınıze sağlık :)
Adsız dedi ki…
Huzurevleri'ni bilen ve belli periyotlar halinde ziyaret eden biri olarak diyorum ki: Yaşlınızı mümkünse yanınızda bakın, huzurevine vermeyin.
Huzurevi'nde bir yakınınız yoksa bile, Huzurevi'ni ziyarete gidin. Oranın sakinleri, sizden sadece Güleryüz, biraz sohbet ve muhabbet istiyor... Para pul değil...

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karınca Bedduası

Kıymetli Dostlarım

İtiraf