Ya Sonra...

Uzun süredir yazmıyorum. Sınavlar, çeşitli çalışmalar derken aylar öncesinden meltemle başlayıp 17 Aralık’ta fırtınaya dönüşen ve sonrasında kasırga gibi esen Türkiye gündemi. Biraz gözlem imkânı sunmadı değil herkese.
Biraz geçmişe bakmak gerektiğini düşünüyorum. Memleketin nasıl bir evreden geçtiğini anlamak için. Ben suçu dış güçlere atmak istemiyorum “bizim çocuklara” kızmak bana daha dürüstçe geliyor. ‘Astılar, Zehirlediler, Seni Yedirtmeyiz’ gibi sloganik cümleler de kurmak doğrusu bana doğru gelmiyor. Çünkü bu millet radyonun başında sel gibi gözyaşı akıtıp ama kılını oynatmadı asılan, zehirlenen insanların hatta bir gece buz gibi bir havada karlara gömülü kalan hayallerin arkasından. Belki de bu süreci kurgulayan ve yöneten hatta bizatihi bu oyunda rol alan insanlar bu psikolojik zihin yapısını bildikleri için bunca çelişki ve karanlık noktalara rağmen böylesi cesurca! bir harekete girişti. Sonrası zaten malum.
Bizim sevgilerimiz ve ilkelerimizin arkasında duruşlarımızda kibrit alevi gibi anlık. Parlıyor ve sönüyor sonra, işte asıl sonrası mühim; sonra balık hafızamız devreye giriyor her şey unutulup gidiyor. Ama onlar unutmuyor, unutturmuyor tıpkı Demirel’e bir Avrupa seyahati sırasında sunulan şarabın adı ve duvarları süsleyen fotoğrafların anlattıkları gibi. Bugüne gelelim sormadan “edemiyorum”;
Ya Sonra? diye.
Evet ya sonra ne olacak? Kim bakabilecek diğerinin yüzüne? Nasıl bu gönüller bir araya gelecek? ve nasıl olacak da ayaklar altında paçavra yapılan bunca bizi biz yapan kavramların hesabı verilebilecek? Hesapları kim ödeyecek? Millet olarak biz mi? Ümmet olarak biz mi?  Yoksa adımıza hareket ettiğini söyleyen ama aslında kendi dünyasını kurtarmakla meşgul biz zümre mi? Hesap Alman usulü olacak zannedersem herkes payına düşeni ödeyecek.
Fetanetten yoksun liderlerimiz ve Fetanetten yoksun önderlerimiz ve bu günkü sözüm ona düşünürlerimiz bir de buna aklını, beynini, zihnini, fikrini kiraya vermiş düşünür, yazar, profesör ve daha aşağıdan safça biri düşün dünyasına sahip halkımız.
Suçluyu nerede aramalıyız. Kim suçlu, Mehmet Akif mi? Nureddin Topçu mu? Cemil Meriç mi?. Yoksa, yoksa Bediüzzaman mı? Ya da biraz daha bu tarafa gelelim Celaleddin Ökten mi, Mahir İz mi?, Yoksa Ali ulvi Kurucu mu? Kim suçlu? Ya da Hayreddin Karaman’a mı atmalıyız topu, Cevat Akşit’de bu suçlamalardan nasibini alabilir mi. Ahmet Altan adam hesabına alınmalı mı, Ahmet Hakan’ı yetiştiren hocaları nereye koymalıyız. Ekrem Dumanlı neresinde Türk ve Müslüman ahlak anlayışının. Gülerce’yi neresine koyacağız İslam ahlak ilkelerinin. Mustafa Kemal yoksa bu kervanın başı mı?  vs. vs.
Dikkat ettiniz mi bilmiyorum israf edilen kavramlara, anlamsızlaştırılan, itibarsızlaştırılan, içi boşaltılıp adeta iflas ettirilen kavramlara; Cemaat, Hizmet, İslam, Din, Cemiyet... Bunlar sadece ilk göze batanlar. Nureddin Topçu’nun tespiti çok önelidir yıllar öncesinden “İsterlerse mahir diplomat veya değerli bir doktor, pek yüksek mühendis veya sayısız sanayi müesseselerini işleten ünlü teknisyen ve onun milyoner patronu olsunlar, (biz bunlara Diyanet Camiası ve Din alanında çalışma yapan her türlü kişi ve kurumu da katalım) iş ahlakının dışında durdukları ve ona karşı geldikleri takdirde bu insanların hepsi işsizdir. Kendileri için oldukları kadar cemiyetler için ve dolayısıyle insanlık için de bazen zararlı bir varlık, bazen bir bela veya musibet olurlar”. Hakikaten bela oldular. Şöyle ki beynini kiraya veren insanların önderliğinde eğer yolda yürümek durumunda kalırsak kumandalı arabada olduğumuzu unutmamalıyız.
Bu günü dünden ve dünün birikimlerinden yola çıkarak okuyabilirsek yarınlarımız daha aydınlık ve daha huzurlu olacak. Hem ülkemiz ve hem de alemi İslam için...


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karınca Bedduası

Kıymetli Dostlarım

İtiraf