YÜRÜMEK


İnsan birazcık etrafını süzecek olsa aslında insanların yürümeden bi haber hale geldiklerini ibretle tefekkür edecektir dünya telaşı içinde. Buna bende dâhilim. İlginç ki çoğu zaman yanı başımda biri ile yürürken uyarırım bir süre sonra gayri ihtiyari koşar adım gitmeye başlayabilirim eğer böyle bir durum vaki olursa beni uyar diye… Ama nafile bu tempoya yanımdaki de uyar çoğu zaman, bizim yürüyüş koşu haline gelir koyu sohbetin paralelinde.
İstanbul’da yürümek başlı başına bir sanattır bence. Aklınıza gelebilecek çoğu sanat kadar mühimdir hem de. Her sokağında farklı bir kültürün, farklı bir sanatın izini ve farklı bir yaşantıyı müşahede eder insan. Tefekkür edebilene İstanbul sokaklarında yürümek adeta tarihe bir yolculuk mesabesindedir. Birde İstanbul’da yaşama sanatına vakıfsan İstanbul’un trafiği gülün dikeni gibi oluverir.
Asıl mevzuumuza gelirsek, aslında ben başka bir taraftan bakmak istiyorum bu yürüme işine. İstanbul’da araba sürmek kadar mühim ve ciddi bir meseledir İstanbul sokaklarında, caddelerinde yürümek. Hatta minibüsün arkasında ustaca araba kullanmak kadar ustalık gerektirir çoğu zaman. Eğer bir minibüsün arkasında seyir halinde iseniz ve biraz dalgın hatta iş çıkışı olup ta biraz yorgunsanız veya evden hanım sultanla tartışıp çıktıysanız nerede nasıl ve ne zaman duracağı bir sır olan minibüs şoförüne arkadan toslamanız kaçınılmaz. Diyeceksiniz ki bunun konu ile yani yürümekle ne alakası var. Bence çok büyük bir alakası var. Eğer bir aceleniz varsa, biraz dalgınsanız tıpkı araba kullanan gibi ve eğer bir de alışveriş merkezleri, mağazaların olduğu bir caddede bir bayanın arkasında seyir halinde iseniz işte o zaman yandı gülüm keten helva. Yürümenin de bir adab-ı muaşereti, bir üslubu vardır. Başlı başına bir sanattır yürümek. Halk şairleri, şiirlerinde sevgilinin yürüyüşünü boşuna ceylanın yürüyüşüne, kekliğin sekişine ve servilerin salınışına benzetmemişlerdir. Ceylan sanki incitecekmiş gibi basar toprağa. Şiir gibi, tüyün yere konuşu gibi süzülür. Keklik bir var bir yok gibi yumuşak dokunuşlar bırakır yere.
Dikkatimi çekti, bir minibüs şoförünün nerede ne zaman ve nasıl duracağı ya da nasıl şerit değiştirip kendisine el sallayan bir yolcuyu alacağını kestirmek neredeyse imkânsızdır. Aynı şekilde bir bayanın; eğer alışveriş merkezlerinin önünde yürüyorsa, nerede, ne zaman ve hangi mağazada dikkatini bir şeyin çekeceğini ve nereden bu mağazaya gireceğini kestirmek çoğu zaman imkânsız. Bu sebeple İstanbul’da kalabalık caddelerde ve özellikle alışveriş merkezlerinin önlerinde yürümek benim için bir işkence olur adeta. Bu hastalık erkeklerde yok değil ama hanımlara nispeten yok denecek kadar az.
Birde anlamadığım, anlamlandıramadığım şeyler var. Mesela şu kaldırım ortasında, herkesin vızır vızır adeta arı gibi işlediği bir yerde hanımların öbeklenip sohbete dalmaları, hasret gidermeleri. Ya da karşı yönlerden birbirlerine doğru gelen bir bayan ve erkeğin ya da bayan veya erkek grupların karşılaştıklarında erkeğin ya da erkeklerin ezile büzüle kenara çekilmesine karşın hanımların hiç oralı olmadan adeta kule gibi, küçük dağları kendileri yaratmışçasına erkeklerin üzerine üzerine yürümeleri. Diğer bir şey ise sağa sola yalpalayarak yolun veya kaldırımın ortasından gidenler yok mu... Edep Ya Hu demekten başka bir şey bulamıyorum. 
Gözden gönle giden bir yol vardır haramla iştigal eden bir göz gönlü lekeler. Lekeleri büyüyen gönül duygusuzlaşır, umursuzlaşır ve insan olmaktan çıkarır kişiyi. Ete bürünmüş bir kemik hayvanda da var duygusuz ve umursuz olduktan sonra... Avcı gibi yürüyenlere ise bir büyüğümüze ders verdirelim istedim...
 Mahir İZ Hoca efendiye sormuşlar:
“Keskin bir hafızaya nasıl sahip olunur?”
- Evladım biz Osmanlı mektebine gittik.
Bize ilk gün “Yolda nasıl yürünür” bunun kaidesini öğrettiler…
Göz,  yürürken ayağın ucunda olacak
Gözümüz hep ayağımızın ucundaydı.. Hep önümüze bakardık..
Sizler sürekli etrafınıza bakıyorsunuz..
Ona bak, suna bak... Sizde hafıza olmaz…
Günahı göz isler de belasını gönül çeker!….
Gözler bakar, gönül rahatsız olur ve hafız zayıflar.
Unutmamak gerekir ki gözün hakkı vardır, ayağın hakkı vardır insanın bedeninde benliğinde. Hakka giden yolda göz görür ayak o istikamete insanı götürür. Bakışı ve yürüyüşü bozuk olanın fikri ve zikri de bozuk olur ki bozuk fikir bozuk zikri dile getirir bozuk zikir ifsat etmekten başka bir şeye yaramaz.
“Ve o Rahman'ın kulları onlar ki arzın üzerinde mülâyemetle (tevazuyla) yürürler ve cahiller kendilerine laf attığı vakit 'selametle' derler. " (Sure-i Furkan 63)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Karınca Bedduası

Kıymetli Dostlarım

İtiraf